Archive for March, 2009

>karadeniz

Posted: March 28, 2009 in Uncategorized

>
bu kadar sessizliğe bırakma kendini
bir kuytu yaşamda
ki hırçınlığın söz olmuş dillere
susma,
söyle şarkını misafirine….

karadeniz;
her dalgana söz lazım senin
her nefesine mısralar
ve her dokunuşuna bir bahar…

koş hadi, açan çiçeklere selam ver
kalp atışını duysun midyeler
ve güneşi ardına kat ufka doğru
nasıl düş olur gülyüzün

taş, toprak, deniz kabukları
ve balıkçılar
ve uzaklar hasret sana
her çırpınışında
bir şarkısın
her susuşunda bir martı

ben buradayım denizin karası.

>ıskalamak

Posted: March 18, 2009 in Uncategorized

>
bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.

sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. hani ağzınla kuş tutsan “bu kuşun kanadı neden beyaz değil?” diye bir soruyla bile karsılaşabilirsin.. iki ucu keskin bıçaktır bu işin. yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. iyi halin cezanda indirim sağlamaz.

sen, “ama senin için şunu yaptım” derken o, “şunu yapmadın” diye cevap verecektir. ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır. üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın.özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın. “peki o ne yaptı” deme. herkes kendinden sorumludur aşkta. sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu. bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için? hayatı ıskalama lüksün yok senin. onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın.

her zamanki gibi yaşayacaksın sen. “acılara tutunarak” yaşamayı öğreneli çok oldu. hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki…. epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor.kitap okurken de mutlu oluyorsun unuttun mu? kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana.yine içeceksin rakını balığın yanında. üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası….

sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun aslolan yürektir.yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. elbet bitecek güneşe hasret günler. ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini…

hayatı ıskalamaya lüksün yok senin…..

nazım hikmet

>zor(h)anım

Posted: March 17, 2009 in Uncategorized

>

gündelik hayatın akışında yapman gereken zorunluluklar ne kadar çok vaktimizi alıyor. Yemek, tuvalet, uyku, yolculuk ve gereksiz konuşmalar…
hele bir de buna mesai eklenince gün bitiyor.

çalışmanın zorunluluğu, yani özel hayattan ayrılır bir kamusallığı/ statü ilişkisi kuşkusuz bu lanet olası kapitalizm ile ilişkili.herkesle yaşanan farklı zamanlar/ farklı öznellikler var.
ne can sıkıcı, farklı kimliklerde yaşamaya çalışmak;
yedi aydır “hanım” olmaya alışamadım; gerçi “san” fena değil…. (japoncada bey-bayan anlamında)
Önümüzdeki günlerde daha az parçalanan eski yaşamıma (kabuğuma) döneceğim. Sevinmekle birlikte bu zorunluluklara alışmış olmak tuhafıma gidiyor. demek ki yıllarca çalışsak kaptırıvereceğiz başka bir kimliğe.
ne yapalım hayat, yani zorunluluklar!

>let the sunshine in

Posted: March 9, 2009 in Uncategorized

>http://www.youtube.com/get_player

>sahaf

Posted: March 8, 2009 in Uncategorized

>
Bu tutku nasıl başladı ya da bilinmez. Çocukluğumda dokunduğum kitapların etkisi olabilir. Aileden gelen bir alışkanlık değil, çocuk kitaplarının da bu etkiyi yaratması imkansız olsa gerek. Zira “ayşegül serisi” anca itici bir güç yaratabilir. Yalnızca sevimli gelen şu “cin ali” olabilir. Hani boyutları biraz farklı olan. Şimdilerde yok zannımca bu seriler. Kuzenime kitap almak için bir süredir kitapçıları geziyorum, yönü başka olan yayınlarka karşılaşıp sinirlerim bozuluyor. Çocuklara hayatı sorgulatacak, düş kurduracak, başka başka evrenlere yol aldıracak, merak ettirecek ve okumaya sevk ettirecek kitaplar yok malesef. (ilkokul çağındakiler için “çıtır felsefe” serisi varmış gerçi bir hocam tavsiye etti)

Peki, bende nasıl başladı bu kitap hastalığı? Birkaç çocuk kitabı hazzından ziyade. Bir komposizyon yarışması (bu arada yarışma insan hakları ile ilgiliydi, işe bak) sonrası hediye edilen klasik sayılabilecek bir kitapla diyebiliriz (R.N.Güntekin :Çalıkuşu) Zira bu kitabı hala çok severim. Sonraki tüm keşifler bana aittir ve tahmin edileceği üzere “rastgele” olmuştur. Çoğu zaman da rast gelmiştir! 4 yaşında okumaya başlayan biri için seviye söz konusu olmamalı diyerek ortaokula “sefilleri”, liseye “yeraltından notlar” okuyarak bitirme talihsizliğini yaşadım. Bazı kitaplar her dönemde okunmaz, bunu bir kez daha anlıyorum. Şimdi “sefiller” okumak hiç canım istemiyor, kitabı gereksiz yere harcadım. O dönemde anlamlandıramadığım çok açıktır.

Kitaplar konusunda uzun uzadıya konuşabilirim, özellikle bilmediğim kitaplardan bahsedilen bir yerde müthiş haz alıyorum (acı ve merak ile birlikte) Bir evren keşfinde kitapların, sözlerin sonsuzluğu beni bir böcek (samsa) haline getiriyor aslında ve ürkmüyor da değilim. Ama bulaşmış bir hoş virüs misali vazgeçilmez oluyor. Kitaplarla ilgili bahsettiğim hoş sohbetler genellikle sahaflarda yapılır malumunuz. Bilgiyi satmaktan ziyade orada ciddi bir paylaşım olur; çaylar gelir, orada yenice tanıştığınız biriden ilginç öyküler dinlersiniz ve içinize dolan kitap kokusu nefes aldırır sizi. Müthiş bir hazdır bu.

Özellikle lise yıllarıma rast gelen bu sahaf merakı Ankara’da “adilhan” da başlamıştır. Test kitapları satılmaya başlamadan önce burada ciddi bir sahaf ortamı vardı. son zamanlarda burası boşaldı. Artık ben de pek gitmiyorum. Ama örneğin “hayat” dergsinin eski sayılarını aldığım bir gün vardır ki hiç unutmam. Ders çıkışı bir sahaflara bakalım yönelmesi ile vakitlerin nasıl geçtiğini anlamadığın bir zamanda bu dergilerle karşılaşmıştık. Önceden büyüklerden duyduğun ama görmediğin magazin dergileri. Şimdikilere oranla fazla seviyeli. Elimde Orhan Gencebay ile ilgili hoş bir sayı var. Dergilere merakla baktığımız kır pidecicisi anıları ile birlikte. Bir an kendini 60’larda zannettiğin Ankara ile…

Yenilerde Akay caddesindeki bir pasajda sahafa gidiyorum, kendisi eskilerden ama ben yenice gider oldum. Kitaplar dışında bol bol plak bulabileceğiniz ve sahibin hoş sohbeti ile kitaplara bakıp plaklardan eskileri dinleyebileceğiniz bir yer. Ciltli eski basım, eski kokan kitaplara özlem duyuyorsanız şiddetle tavsiye ederim. Zira bu kentte azalmakta olan mekanlardan.

Unutmadan eski dergi merakım devam etmekte. Dipnot yayınevinde express, birikim, praksis dergilerinin eski sayıları oldukça ucuz satılıyor. Meraklılara tavsiye edilir.

>böyle bir kara sevda…

Posted: March 1, 2009 in Uncategorized

>http://www.youtube.com/get_player