Archive for February, 2010

>bir masa

Posted: February 25, 2010 in Uncategorized

>bize bir masa ayır yanakimu
aleksandra‘mla benim için
bir masa.
üstü çiçeksiz,
örtüsü gazeteden,
şarabı aşktan,
hem hülyadan.
aleksandra‘m mızıka çalsın
siyaha çalar parmaklarıyla,
güftesi bayağı şarkılar,
adi havalar.
meyhane acı zeytinyağı koksun,
sen hoşnut ol yanakimu…


s.faik abasıyanık
Advertisement

>belirsizlikler

Posted: February 25, 2010 in Uncategorized

>Atlar atlar atlar
Geçtiler penceremin önünden
Buğulu cam, buğulu cam, buğulu cam
Geçtin penceremin önünden.

Attan, buğulu camdan, düşten..


e.cansever

>alın gidin korkularımı

Posted: February 21, 2010 in Uncategorized

>en zorunu başarmaya çalışıyoruz; dokunmadan sevmeye, konuşmadan anlaşmaya, duymadan anlamaya….

sevgili, en zoru ile sınavdayız. bilmiyorum ne kadar farkındayız ikimiz de. büyük tılsım elimizden alınmış bizim. hissedemiyoruz bedenimizi. görüntüler ile zamanı alt etmeye çalışıyoruz. bir an olsun yanında olmayı ne kadar isterdim oysa. kelimelerim yerine ellerim dokunsaydı sana.
bir kere sarılsaydım doyasıya ve yenseydim korkularımı. gerilimimden kurtulsaydım sana bakarak… mucizeye bakarak… parmaklarımdaki hüneri hissetsem, keyfine varsam saçlarının.
sevgili, gel ve al korkularımı…
kan revan içindeyim:

>masum değiliz…

Posted: February 18, 2010 in Uncategorized

>http://www.dailymotion.com/swf/xa3ov
Sezen Aksu – Masum Değiliz
Yükleyen Petite_plumes. – Diğer müzik videolarına göz atın.

>ayrı kış

Posted: February 13, 2010 in Uncategorized

>
“her bir dertten ala, yaman ayrılık… “

bozdu kış,
düzeni alt etti
soğuk rüzgarın soluk kokusuydu
ayrılık,
raks etti.
buzdu kış,
şubatı katletti
uykusuz yağmurun gözündeki yaştı
ayrılık,
aksetti.
bir kar tanesiydi
ayrılığı resmetti.
şubat/10
ankara

>güneş tutulması

Posted: February 10, 2010 in Uncategorized

>

her şey dünyanın arkasına arada sırada gizlenmek isteyen güneş ile başladı. güneş; yaşam demektir, enerji demektir, aydınlık demektir, nefes demektir, doğum demektir. bundandır insanoğlunun ona anlam yüklemesi, evreni açıklaması, tapması…
oysa güneş sıkılır bu güçlerinden, bazen gizlenmek ister. çünkü her ne kadar kıymeti ortada ise de kadrinin daha çok bilinmesini ister. o küçücük dünyasının arkasına sığınır, kafasını gömer ve bekler, bekler….
işte o zaman yeryüzü soğur, karanlık olur dünya. nefesi kesilir var oluşun. peki güneş ne hisseder bu arada? güneş o sıralar kendi halinde takılan ay’a aşıktır. ay ki en güzel halindedir, yeni gelişen bir kızdır, hilaldir…. ve hiç yüz vermez güneşe çünkü az da olsa kendi ışığı yani nefesi vardır. üstelik her hali ayrı bir güzeldir. ve farkındadır bunun.
güneş, bilir ay’a kavuşamayacağını. ama hep onunla dost olmak ister. ışığını paylaşmak ister, arasıra sarılmak, peşinde dolanmak ister. dokunamasa da yanında olmak ister. ay da bilir ki güneş en yakın dostudur ve sadece dolunay gecelerinin sabahlarında güneşe en yakındır… ve dünya aralarına girse de sürekli, dairesel aşkları baki kalacaktır.
seni severdim,
buyrun:

>şair

Posted: February 8, 2010 in Uncategorized

>
“bana bir öpücük verin yoksa şair öleceğim
ikdildar tohmekecek sözüme yoksa
ve bir dizenin tan yerini ağartmasıysa

ellerini tutarım ki kudurtucudur.”

ah musin ünlü

>and fear no consequences

Posted: February 6, 2010 in Uncategorized

>http://www.myvideo.de/movie/6350138
Apopse Thelo Na Pio – MyVideo

Apopse thelo na pio————–I want to drink tonight
Tipota meta na mi thimamai——-so as nothing to remember
Mesa ston kapno na pagidevto—–I want to trap myself in smoke
Sinepeies Na mi fobamai———-and fear no consequences

>can sıkıntısı II

Posted: February 4, 2010 in Uncategorized

>
yapılacak onca şey varken insanın canı daha çok sıkılır, her şey üstüne gelir, ter basar, miğdeye kıramplar girer, öyle bir şeyler olur. dona kalırsınız. bu gibi durumlarda acele ile davranıp işe girişmek yerine sakinleşip doğru biçimde iş bitirmek daha akıllıca. lakin aklı dinleyen kim? uyudukça uyumak, serildikçe serilmek, gezdikçe gezmek, hayali kurdukça genişletmek istersin. kayıp anlara dakikalar, saatler, günler eklenir…. ufff

sergüzeşt günlerin sonuna gelip başka bir yola girme zorunluluğunu hissettiğimde, hayat mücadelesinde kaybetmemek için; çalışmak, düşünmek, strateji üretmek ve uygulamak gerekliliğini kendime an ve an hatırlatır oldum. ne yorucu şeyler değil mi? oblamov yüreğim dayanmıyor buna.. oysa bir kız çocuğu hayal ediyorum ne zamandır (hormonel olsa gerek) yazacağım kitabı, çekeceğim kitabı bıraktım… yeni projem…. ama bu tembellikle ilişki yürütecek durumda bile değilim.
ve bir de bu çaresizlikle girişeceğim her ilişkiden ve meşguliyetten korkuyorum…bünye kaldırmıyor artık kırgınlığı. eh can sıkıntısı işte gezilecek yerleri hayal edip bu can sıkıntısının verdiği kabuslardan bir nebze kurtuluyorum.
ve sonra balıkçı olduğum o kasabayı düşleyerek…

>can sıkıntısı

Posted: February 3, 2010 in Uncategorized

>

Değer yaratan insan, tam anlamıyla sayıklayan varlıktır; bir şeyin var olduğu inancından müstariptir, oysa nefesini tutması kafidir. Her şey durur. Heyecanlarını askıya alsa: Artık hiçbir şey titremez olur. Kaprislerini ortadan kaldırsa: Her şey soluklaşır. Gerçeklik aşırılıklarımızın, ölçüsüzlüklerimizin ve dengesizliklerimizin bir eseridir. Çarpıntılarımızı frenleyebildiğimizde: Dünyanın akışı yavaşlar. Ateşliliğimiz olmasa, mekan buz tutar. Zaman bile, birazcık zihin açıklığıya çırılçıplak ortaya çıkacak o dekoratif evreni doğurduğu için arzularımız, akmaktadır. Birazcık açıkgörüşlülük, en baştaki durumumuza indirger bizi: Çıplaklık. Azıcık istihza, kendimizi aldatmamıza ve yanılsamayı hayal etmemize imkan veren o gülünç görünüşlü ümitlerden arındırır: Aksi yönde her yol hayatın dışına götürür. Can sıkıntısı bu güzergahın başlangıcıdır sadece…. Zamanın fazla uzun olduğunu hissettirir bize – bir erek gösterme yeteneğine sahip değildir. Her nesneden kopmuş olan, dışarıdan özümleyecek hiçbir şeyi de olmayan bizler ağır ağır kendimizi imha ederiz, çünkü gelecek bize bir oluş nedeni sunmaktan çıkmıştır.
e.m. cioran / çürümenin kitabı