kırmızı bir çantanın içerisine koydu gökyüzünü, içine biraz şiir attı, playlistte dönüp duran şarkıyı gözüne koydu.
sırtladı ve başladı yürümeye. çünkü yürürken yere basması imkansızdı artık.
uçuyordu
terk edilmiş bir evin önünde başlıyor hikaye. incir ağacı bütün çatlaklarından sarıp sarmalamış. geçen vaktin kokusunu unutturmak adına muhteşem kokusunu duvarlara sindirmeye başlamış bile. bir balkon ve bir pencere gözüküyor evin dışından. içeride kaç oda olduğu meçhul. sadece iki kişinin bilmesi gerekiyormuş gibi gizlenmiş. evin önünde mavi bir koltuk var, yağmur ve güneş karışımı eskitilmiş bir mavi. hiçbir katalogda yeri olmadığına eminiz. incir yaprakları desenleri var. bir mağazanın yeni ürünü gibi göz alıcı. unutturuyor yeni olmadığını. birini bekliyoruz. adı bir mesajda yazılı. açık bakmıyoruz. geleceği kesin. çünkü gitmek isteyenler hep bu mesajdaki bilgilerin olduğu yerde buluşuyor. gelecek olan, gideceği kesin olan. bekleyen, gitmeye meyilli. esasen onun da gideceği kesindi. incir ağacının kokusunun esiri olmuş olabilir. ağacı düşündüğüne göre öyle olması muhtemel. düşündüğünü biliyoruz. incir yazıyor eline aldığı bir yaprakla bahçenin duvarına. ağacın yapraklarının rengi de güzel. çocukken yaptığı gibi yapraklardan kalem yapıyor. inciri düşünmeden edemiyor.
evin odalarına girip gezindiğini, kaç odanın olduğunu, mutfağın nerede olduğunu, arkabahçe olup olmadığını çünkü. bir tek incir biliyor.
kapıyı çalmaya yelteniyor. bahçeyi geçiyor.çatlaklardan gözünü almaya çalışıyor. birkaç merdiveni atlayarak çıkıyor. nefesini tutup üç kez kapının tokmağına vuruyor. incirin yapraklarının sessiz sessiz kapıyı açacağını ve ona sarılacağını düşlerken gelmesi ve gitmesi gerekenin ayak sesleri duyuluyor. sokak sakin. telaşlanıyor. arkasına bakıyor. tam o sırada kapı gıcırdıyor. incir yaprakları serili antre davetkar. ayak sesleri kararlı. arada kalıyor. ev çatırdamaya başlıyor. yapraklar hızla yayılıyor. ağacın dalları bütün evi sarıyor. önce kireçler dökülüyor. sonra pencere camları kırılıyor. ev gözümüzün önünde yıkılıyor. kaç odası olduğunu öğrenmeden.
mavi koltukta gelen oturuyor. incir yapraklarını çantasına dolduruyor. gitmeye kararlıysak ben hazırım diyor.
tanıdık: seni terk etmiş ben.
her şeyi unutmuş gibi.
Unutmayi denemek baska
sahiden bir şiir yazsam
öyle kelimeler özenle gelseler sana
en güzel kıyafetleriyle
mesela kırmızı bir elbise giyse “ve”
bağlaç deyip küçümseme
üzerine güzel bir siyaş şal alsa
ayakkabılar yüksek ökçe
öncesini ve sonrasını birleştirse
sahiden bir şiir
yazsam “ve” ile başlayan?
kasım13/ankara
“böyle. kendime inandığım gibi inanmıştım ona da.
aşk olanın ötesinde bir aşktan söz etmek, aaaaaaaah
bir inançtı desem.
bu kadar dağılmam,
kendimi şimdi bu dünyaya fırlatılmış gibi hissetmem, bundan.
ne söylememi bekliyorsun
hava aldıkça sızlayan bir diş var içimde.
susmam bundan, konuşmam bundan.
ben zaten o ilk acıyla ölmediğimde çok gücenmiştim hayata.
insan olmuştum ilk o zaman.
ya da bozmuşlardı beni yenidoğandan.
kendimi acıya teslim ettiğimde hatırladım,
ölünmüyordu, hatırladım.
ölünmüyooooooorrrrrrrrrrrrdu.”
“Sabret, ofken cicek acacak bir gun” vus’at o. bener
* her nesnenin bir bitimi var diyorsa şair iyi olmak dışında çaremiz mi var?
*çok yakın olmamakla çok uzak olmak arasında fark yoktur bazen. geçen zaman değil mesafelerdir dediği gibi cemal süreya’nın
*Bi yikanmak istemeyen cocuk yalnizliği coktu ustume.
*kendime ‘gececek’ siiri yazdim. Basim sikisinca okuyorum artik. Bazen de dostlarim okusun istiyorum.
*Oyle dostca oturup konusmayali saniyeler olmustu ben omrumun yarisi sanmistim.
*Bir agri dinmedikce sizlanirsin. Ve agrilar en cok geceleri yakalar. Sessizligi sever cunku. Agrimasin diye durmadan konusan cocuklar gibiyim.
*Oyle ufak seylere kirilip dokuluyoruz ki bir metafor olarak bile insanlik butunluk arz etmiyor. Sonra emrah serbesi aniyorum. Yeterince duygusaliz goz yasarticiya gerek yok.
*çayı şekersiz içiyorum ama bir başka balkondan gelen çay kaşığı sesi şekerle olan ilişkimi sorgulatıyor.
*yaşardık, gelmese de olurdu. bira mı kahve mi sorusu anlamsız. ikisi de bir gidişin baş öykücüsü.
*gün doğmadan bir güneş doğardı akşamdan kalan sohbet ile. sesler yüzlere karışır rüyadan çıkamazdı. uyanmasak da olurdu.
*hayat dolu bir “nasılsın” ve demlikte çay’dan başka ne vardı kaybedecek. masada boş bardak da kırıldı. unuttum adını yazmayı bir yere. belki bir gün hatırlatır bir şarkı.
*bu sene anladım ki gerçekten dostluk hem çok zor hem de çok kıymetli. bunca dayanışma mesajının arkasında “korkma la dostuz biz” de yok mu yani?
*insan hayatını en fazla 5 kişiye anlatabilir bana kalırsa. mesela çocukluktan kalma yara izinin hikayesini ve bu 5 kişi sana durup dururken tokat bile atabilir, öfkelenmezsin. çünkü yaşam sonludur ama anılar sonsuzdur. sen o beş kişiyle ölürsün ya da yaşarsın. cenazende gerçekten onlar seni “iyi bilir”. geri kalanı takiyecidir.
*ne zormuş ya iyiniyet izahı. kötü olsak kolay. he deriz biter.
*Belli ki bizden once iyi icmis birileri. Hesap yuklu. Ode ode bitmiyor.
gönül bazen bir bavul arar, yol gidip susmaya..
içinde yalnız kalem ve silgi
yaşadıklarını silip yeniden yazmaya
bitince yolculuk
cebindekileri döküp yakmaya
gönül bazen bir bavul arar
içine girip kaybolmaya
gönül bazen bir bavul arar
kendini yola bırakmaya
bir akşam vaktinden kalan
hangi renkti bize?
kahverengiden çalıp çizdiğimiz
turuncu gökyüzünü mü düşmeliyiz hesaptan
biliyorum; siyahlar yorucu
beyazlar ürkütücü geldiği için
griyi zorlayıp yağmura sevdirdik
çünkü bahar vardı, seziyorduk
yeşil gelir kurtarır dı zamanı
olmadı sararırdı yollar,
biz yürür
biz konuşur
biz susar ve endişelenirdik..
hani şu birinciliği alan beyaz!
mağrur, bakıyor ya uzaktan yazımıza
yazı dedim de aklıma çaldı bir şarkı kışı:
kibirli olmayan tek beyaz, yakışıklı yapıyor kenti
biz yaşıyoruz ya orda
olmadı buz birleştirir bizi
yalanla buluşuruz akşamları
olanla susar ve yaşlanırdık..
düşünüyorum da:
kahverenginden daha cesur,
gökyüzüne daha yakışan,
gideceğini bile bile akşama çöken bir kırmızı
denemeliyiz belki de
olmadı kızıllık umut koyar cebimize
elimiz cebimizde yaşar dururduk..
gitmek ne kadar da pahalıymış uzağına
sahi, ne kadar tuttu görüşmelerimiz?
çocukluğumu çıkarıp versem ya!
geriye kalanın rengi yok nasılsa..
ocak, ankara’13