Archive for June, 2012

Birden yaslandım arkama, nedense o sert koltuklara sırtımı yerleştirmekte yıllardır zorlanıyorum.

Elim çenemde, dirseğim kucağımdaki çantamda iki büklüm düşüncelere dalarak oturuyordum. Birden doğruldum çünkü tam karşımda benim gibi oturmaya çalışan kız çocuğunu fark ettim. Nasıl bir pozisyonda olduğumu anlamaya çalışan, deneyen bir hali vardı. Çok sevimli gözükmesi ve yüreğimi okşamasına rağmen irkildim. Taklit edilmenin iticiliği ile örnek alınmanın hoşluğu arasında gerildim. O an göz göze geldik çocukla, o da irkildi ve yaslandı arkasına. Ben yaptım diye mi yaptı yoksa refleks miydi bir türlü anlayamadım.

Çocuğun bana benzer renkli gözleri vardı. İkinci kez göz göze gelince kafasını çevirdi. Gözlerinin sulandığını fark ettim, sonra ıslaklık biraz arttı. Ufak elleri ile gözlerini sildi. Annesinin su teklifine gülümseyerek, hiçbir şey olmamışcasına cevap verdi. Sakince suyunu içti ve yine her şey yolundaymış gibi annesine ne zaman ineceklerini sordu, bu sırada gözüne inen kakülü minik elleri ile kulağının arkasına atmaya çalıştı. Lakin inatçı yanını ortaya çıkarırcasına gözlerine girmeye devam ediyordu. Birkaç kez yine düzeltti. Sonra vazgeçti, olsun gözüne girsinlerdi. İnatçı yanına teslim oldu. Annesinin ilgisinin azalmasını fırsat bilerek yine gözlerini bana dikti. Elimdeki kitabı incelemeye çalıştı. Okuma yazmasının olmayacağını tahmin ettiğim kadar küçük görünüyordu. Ama yine bu şansı değerlendirmek istedim ve görebilsin diye ona doğru kaldırdım. O gün elimde Salinger’in kitabının olması büyük bir şanstı ve ben böyle tesadüflere büyük anlamlar yükleyen biriydim. İşte o an, elimdeki kitaba özenip annesinden bu kitabı istemesini deli gibi arzuladım. Kitabı ona hediye etmek de içimden geçmedi değil ama bu kadar kolay olmaması gerektiğini düşündüm. Çünkü her bir kitap, her bir yazar demek bir anlamda arzunun peşinden koşmaktır, serüvenin başlangıcı ise arzunun önce kalbe sonra zihne düştüğü andır. Bundan sonrası karşılıksız bir aşk için yazılan uzun tragedyaların      nakaratları gibidir; başlığı aynı ama içeriği farklı kırk ikindinin duyu yağmurları, akşam üstleri balkonda sizi serinleten, düşünceleri ıslatan, sonra gök kuşağı gibi zihni renkten renge sokan cümleler, paragraflar, mısralar… Bizi her defasında öldüren sonra yeniden dirilten bir “azrail” gibidir her yazılan.
– sahi azrail ölüm içgüdüsünün temsili? peki ya yaşam? (öldüren aynı anda diriltir de?)

Bir kadın sesi ile kendime geldim: “inişler için lütfen kenar platformu kullanınız!” Gözlerim kız çocuğunu aradı hemen, o anda. Karşımda, hayatımda gördüğüm en güzel şapkayı takmış, yaşlı bir kadın beni  izliyordu ve göz göze gelince de dayanamayıp sordu: “Evladım bir sıkıntın mı var?”

Cevap veremedim, gözlerimi silerek kapıya yöneldim. Kalabalığa karışıp kendimi unutmak istedim. Kendimi orada bırakıp, kaybolmak istedim.

Advertisement

pas

Posted: June 7, 2012 in Uncategorized

yumruklarını sıkarak
ağlamayı unutmak için.

duvar diplerinde ve sakınaraktan
bir akşamüstü sırasında
saygı anılarınıza
saygımız ki bir kuşun yarası kadar derin

edip cansever

giden sandalın arkasından

Posted: June 4, 2012 in Uncategorized







herkes gidebilir elbette 

bir mutsuzluktan

bir kıyametten 
bir sevmekten 
diğerine
bir sandal gelir bazen
kırmızı bir kimlik ve elin 
ve nedenini bile bilmeden
 aniden
gider ve gidersin..
kürek suyu böler
nefes alınca biter her 
şey
bir kapı önü resmeder geleceği
gıcırdayan, 
eski bir evin
yutkunma
içime dökülür yüreğin
konuşmasan da söyler
başka bir gözü, sözlerin
sesin
alıştırmıştı geceye
ben nasıl bakacağım
ışıkları yakınca dünya
yüzüne?