>Pencereden söküp atıyorum kendimi. Sallana sallana odada başlıyorum dolaşmaya; birdenbire aynaya yapışıp kalıyorum, kendime söyle bir bakıyorum, tiksiniyorum kendimden: Hala bitmez tükenmez bir süre daha. Sonunda, bu görüntümden kurtulup yatağın üzerine yığılıyorum. Tavana bakıyorum, bir uyuyabilsem.Sakinlik, sessizlik…
Bizden rahatsız olan bir varolanlar yığını, ne birilerinin, ne ötekilerinin; hiçbirimizin burada olmak için en ufak hakkımız yok. Karışık ve belirsizce tedirgin olan her varolan diğerlerine göre kendini fazla hissetmektedir. Fazlalık, bu ağaçlar, bu kafesler, bu çakıllar arasında kurabileceğim tek ilişkidir. Boşuna kestane ağaçlarını saymaya, onların yerlerini belirlemeye, yüksekliklerini çınarlarınkiyle karşılaştırmaya çalıştım: onların herbiri, içine sokmaya çalıştığım bu ilişkilerden kaçıyor, yalnızlaşıyor ve taşıyordu. Bu ilişkilerin (dünyanın yıkılışını geciktirmek için korumaya inat ettiğim ölçülerin, niceliklerin, yönlerin ilişkileri) keyfiliğini hissediyordum; artık şeyleri aşmıyorlardı. Şurada, karşımda, biraz solda olan kestane ağaçları fazlaydılar.
Ve ben, gevşek, edepsiz, iç karartıcı düşünceleri sindiren, sallayan ben de fazlaydım. Bitkiler arasındaki, bu çakıllar üzerindeki cesedim, kanım fazlaydı.
Ve çürümüş beden onu içine alan toprak için fazlaydı ve nihayet yıkanmış, derisi yüzülmüş, dişler gibi temiz olan kemiklerim de fazlaydılar: ebediyete kadar fazlaydım.
J.Paul Sartre