>
O hiç bilmediğimiz yerden sesleniyorum sana; sonsuz ışık en nihayetinde hissettim. Aylardan, saatlerden sonra. Nasıl bir düşüştü, sürüncemeydi, uykuydu, uyanıklıktı anlatamam. İp üstünde yürüdüğüm günler, aşağı baksam başım döner diye yukarı bakmayı denedim. Yukarıda göremedim seni. Ses yoktu, ten yoktu, kelime yoktu. Yalnız suretin, suretimiz… Ona da fazla bakmaya korktum.
Ürperdim kaybedişi düşününce, düşmek değil kayıplar yaraladı beni. Kanayanlar değil kanamayanlar tuttu beni. Bulantı ve bunaltı halleri zihnimi örttü o kara toprakla. Kusamadım, içime akıttım hepsini. Çoğu zaman gereksiz koyverdim cümleleri ortalık yerde; senden bahsettim üstükapalı, bizden… karıştırdım, bulantıladım kimliğimi. Sonra, nerede ne zamandık? Unuttum.
Birileri geldi; konuştu, sustu, bekledi, istedi. Durgundum, sustum. İçimden gelmedi. İçimdeki can, gitmişti. Boş bakışlar, fiyakalı kahkahalar, sahte kokular duydum. Sahtelendim bir süre, ve yine o tiksinti… Hep üstümde, hep bende…
Beklemiyordum ne yalan söyleyeyeim ama geldin, ruhunla geldin, can getirdin eylüle… canlarımızın gittiği eylüle…
ve şimdi,
sadece, bir daha “gitme” diyebilirim…