Archive for August, 2009

>http://www.metacafe.com/fplayer/1999590/adagio_in_g_minor_albinoni.swf
Adagio in G Minor (Albinoni)The funniest bloopers are right here

>arada kaldım

Posted: August 25, 2009 in Uncategorized

>http://alkislarlayasiyorum.com/player/flvplayer_3_7.swf

Düşünmek, okumak taraf ol(a)mamaktır. Lisedeyken felsefe hocamın bir öğüdüydü: “karşı ol ama kolay kolay taraf olma” Olamadık velakin hocam. Peki ne yaptık? Çok zaman geçti, tükettiğimiz bol vakitler dışında elimize aldığımız her kitapla zihinlerimizi allak bullak ettik.

İyi mi ettik?

Daha o zaman başlayan varoluş sancıları bitmek bilmedi, okudukça sancıyı yeniden ve yeniden doğrduk. Güneşi batırdığımızda, üzerimize doğana kadar bu acı tekrarladı kendini. Güneş doğmadı. Gördüğümüz karaltıyı ışık zannettik. Sonra tekrar karardı ve tekrar yanıldık.

Yanılsamaydı bulduklarımız. Biraz bulduğumuz yerden bakmayı denedik kimi zaman evrene. Baktığın yere göre değişkenliği fark edince, tüm kesinlikler ve keskinlikler endişelendirdi bizi. Adım atamaz olduk. Her adımı sorduk, soruşturduk. Adım atmanın kendisi de bir yanılsamaydı.

Tüm bu gerçekliği kavramışken, bulduğumuz şeyin kesinliğine eminken “taraf” olmamız beklenir oldu bizden. Bir yere ait olmamız, bir kimliğe, ideolojiye, memlekete, partiye, eve, okula, işe…
Düşünemez olduk, düşünmez…

velhasıl anladık ki; araftaysan kimliksizsin, yoksulsun, kimsessizsin.

arada kalmak hiç hoş değil…

>açılmamış kapılar

Posted: August 23, 2009 in Uncategorized

>Sevdiğin kentlerin selamı sanki
Sülüs kamyon şoförleri
Kufi hamallar

Anılar hep sonbaharda gibidir
astrakan gecede
süt yıldızlar

Belleğinin yerini tutar kadehindeki
Taşlar taş kemerler
İvedi sarmaşıklar

Hayatını sarsan binbir andan
adlarını yıllara
veren yargıç krallar

Ne varsa yarım kalmış, geleceğindir
Bir kez girilmiş sokaklar
Açılmamış kapılar

Bilir misin iki kökeni var hüznüniyetinin:
çiçek durumu aşklar,
yaprak düzeni siyasalar.


c.süreya

fon müziği için:

empyrium: wehmut

>odam

Posted: August 20, 2009 in Uncategorized

>

Çocukken tek başına kullanacağım bir odayı düşlerdim. Hangi eşyanın nerede olacağına, hangi duvarda neyin asılı olacağına ben karar verebilirdim böylece. Tek başınalık muhteşem bir şey gibi gözükürdü. Nihayetinde yazmaya yeltendiğim geceleri biriyle paylaşmak zorunda kalmazdım. Gün geldi yalnız kaldım, çok istediğim odama ve duvarlarına kavuştum. Seneler geçti o duvarlara pek bir şey asılmadı. Hayalimdeki hiçbir tablo ya da afiş orada olmadı. Çünkü hevessizdim.


Yıllar sonra odama neşe katan, varlığından mutlu olduğum bir daktiloya sahip oldum. Yazması çok zevkli ama bizim gibi q klavyeye alışkın nesil için bir o kadar da zordu. Üstelik yine yazmaya yeltendiğim gecelerde çıkardığı sesten ben bile ürktüm. Pek az ve tadımlık önüme koyuyorum daktiloyu. Yine de orada, masamda durması hoşuma gidiyor.
Odam, benden bekleneceği üzere fazla renkli. Turuncu ve yeşil ağırlıklı. Hoş bir duvar saatim var ancak iki yıldır sekizi beş geçede duruyor. Pil almaya ve onun sürece girmesine üşeniyorum. Tembellik. Ve saatin üzerinde asetat kalemi ile yazdığım bir şiir var:

“ne içindeyim zamanın, ne de büsbütün dışında…”

Daktilonun hemen altında yani çalışma masamda bir masa takvimi var 2008 yılına ait. Takvim, insan hakları takvimine göre düzenlenmiş. Ekim sayfasında da üstad Oğuz Atay var, takvim de orada takılmış durumda. Atay’ın en manidar yazısı ile:


Görüldüğü üzere odamda zaman durmuş, ben nefes almaya çalışırken.

Unutmadan; yalnızlık hiç hoş değil. Eski günleri, abimi özlüyorum.

Yine gecenin sessizliğini duymamak için bir şarkı açıyorum:


odam kireçtir benim:

Odam kireçtir benim
Yüzüm güleçtir benim
Soyun da gel yanıma
Tenim ilaçtır benim

Baba ben derviş miyem
Hırkamı giymiş miyem
Ben sevdim eller aldı
Niye ben ölmüş müyem

>kahve falı

Posted: August 19, 2009 in Uncategorized

>

Ne kadar varoluşsal sorunlarla gündelik hayatımı mahvetsem de, keyif insanı olduğum kesin. Şöyle bol telveli bir akşamüstü kahvesi nasıl da kendime getiriyor beni. Sonra çevirip çevirip kapatmak ve beklemek… Bu esnada yanınızdaki arkadaşınıza en samimi düşüncelerinizi hatta çoğu zaman aşklarınızı anlatırsınız fala gerek duymaksızın. Rahatlamışsınızdır velhasıl.


Türk kahvesinin böyle bir güzelliği var azizim, neskafe gibi kırmızı markalı bir bardağa silme koyup, yalnızlığınızı kahve, kağıt belki de sigara ile paylaşmazsınız. Özel fincanlarla özel bir muhabbete hazırlarsınız kendinizi. Malum bu özel muhabbet, sizi yalnızlıktan kurtaracak en özel gündür belki de; aile büyüklerinize hazırladığınız kahveler gibi…Yahut sıradan bir gün de olsa, yanınızda muhakkak bu kahve muhabbetini yapacak özel bir arkadaşınız olur. Çünkü birlikte fala bakılacak, iç dökülecek ve umut edilecektir.

Kahvenin fal ile ilgili kısmı bana hep eğlenceli gelir, bir çeşit motivasyon aslında. Çünkü eski “üstad” falcılar, bildiğim kadarıyla kötü olanı söylemezlermiş. Çünkü kötü düşünce ve inanış daha çabuk gerçekleşirmiş. (miş)
Uzun yollar ve aşklar…Umut edilir ve umut gelir…(miş)

Fala inanma falsız kalma klişesi ile özellikle kadınlar arasında fala bakma-baktırma, bir tür sosyallik gerçekleştirme mevsuzudur esasen. Bir de ortamda küçük/çocuk kalanlar için ise “ablaların, teyzelerin” falları hep merak konusu olur. Kimden bahsedildiği hiçbir zaman bilinmeyen bir gizem içerisinde, kodlanmış kelimelerle anlatılan hikayeler ve sorular hep çocukluğunuzun gizli sırları olarak oracıkta kalır. Sonra sıra size gelir:

“Bir kahve yapalım da fala bakalım ha ne dersin?”

Velhasıl kelam bence, kahve de, fal da yalnızlığa düşman olmanız için bir neden.
Yücelttiğimiz kendimize kalmaklığımızı bir kenara bırakıp, bol telveli bir kahve yapıp içmek, hoş bir muhabbet ve uzun yolları düşlemek en güzeli.

not: fotoğraftaki üst üste kalp çıkan bu fal gerçek kişilere ve gerçek hikayelere aittir. Bilin bakalım kimin? 🙂

* bu yazı dostum Gülşah’a ithaftır…

>yaz yaz yaz

Posted: August 18, 2009 in Uncategorized

>

Farklı meallerde “yaz yaz yaz” deme isteği vuku buldu dilimde.


1. geçip giden “yaz” ın üzerimde bıraktıkları; bunalım, sıcak, tembellik, işsizlik…. yaz yaz yaz…

biter… (eylül gelmekte)

2. defter, kağıt, peçete, word,cep sms, gmail talk, msn, feysbuk, blog…. yaz yaz yaz…

3. “sen de yaz yaz yaz” bir de ve ajda pekkan:

"Belki zamanla teker teker silinirler aklindan Anlarsin ki boşuna geçmiş bunca zaman" 

>yap-boz

Posted: August 17, 2009 in Uncategorized

>Son parça ve büyük mutluluk tamamlanan yap-boz. Ne ilginç değil mi? Tam da yaşamak – ölmek gibi bir durum. Son parçaya kadar büyük sabırla yerlerine koymaya çalıştığın kafandaki bir sürü parçalar. Kararsızlıkların hep en sona sakladığın parçalardır misal, belirsizlikler gibi. Kesitirmezsin çünkü yerini, ne beyazdır onlar ne siyah. En çok köşeli olanlar basit parçalardır ve rengi belli olanlar. Az çok tahmin edersin, yerleri bellidir kafanda hatta çoğunun yaptığı gibi ilk onlardan başlarsın. İlerledikçe, yani yarıya az kala ve yarıdan az sonrası iyice karışır kafan…


Şekilsizler en sona, sona derken çıkmazların olur. Parça ne kadar çoksa o kadar fazla çıkmaza girersin. Sabır işidir yap-boz. Çıkmazlarını çözdüğünde yani yarıdan çeyrek fazla ilerlediğinde, sona yaklaşılmıştır. En fazla heyecan bu sondadır ama yine de hiç gelsin istemezsin. Oyun bitsin istemezsin. Yaptıklarını son parçada bozmak istersin. İşte bu bozma “son” dan daha büyük hazdır, Sen yapmışsındır, sen bozarsın… Kimbilir yeni baştan başlamak için…

“Yaşamın, ulaşmaya çalıştığından
kurtulmaya çalışmanın süreci olacak
– ama, aynı zamanda, kurtulmaya çalıştığına
ulaşmanın süreci; hem de,
ona ulaşmaya çalışmanın süreci…

Gene de: Kurtulmaya çalıştığına ulaşamamanın;
ona ulaşmaya çalışmanın süreci – bir o kadar da,
ulaşmaya çalıştığından kurtulmanın süreci – hem de,
ona ulaşmaya çalışmanın süreci…

İşte: karışıp duracak yaşamın!”

oruç arıoba (de ki işte, s.80)

>

>feminist olmak?

Posted: August 16, 2009 in Uncategorized

>Bir kadın için doğal bir düşünüş/duruş/kimlik olduğuna hep inandığım süreçtir feminist olmak. Tanımlara ihtiyacın olmaz, kavramlarla konuşmaya hiç. Hep tartışması yapılan “erkek düşmanlığı” konusu ise hep eğreti demogojiler olarak belleğimde yer etmiştir. Bir kadın olarak kimliğini hissettiğin, sonra başka başka kadınları, sosyo-ekonomik konumları ne olursa olsun, belirlenmiş “çıkmazında” gözlemlediğin an, işte feministsindir.


Böyle bir yazı yazmak hiç aklımdan geçmemişti, burada bu gündelik saçmalamalarımda bir “kadın” olarak yazdığım zaten hep hissedilir. Kadınlıktan kaynaklı “sorunlarımı” genellikle duygusal bağlamda yazma gereği duyuyordum. Çünkü, uzun bir süre açık ismimle yazdım ve özel alanımı çok da buraya aktarmak istemedim. Oysa, “özel alan politiktir” (kendime dem vuruşum bundan) Neyse ki, ilk zamanlar yaptığım gibi (ilk blogumu toptan sildiğim için atıf yapamayacağım) “hengame” olarak yazmaya başladım. Aslında bu a-politik bir dem vuruş değil, zira politik olanın ayrı bir eylem/düşünüş olmadığını düşünmekteyim. Varoluşsal bir politikliktir, leylaklardan bahsetmek bile…

Yazıya ve feminist olmaya gelince, bir kimlik sahibi olmaya hiç ihtiyaç duymadım. Kendimi farklı tanımlarda/tanımlararasında dönüp dolanan, soran soruşturan, merak eden ve anlamaya çalışan biri olarak gördüm. Yani “arada kalanlar” dan olarak gördüm. Ancak feminist olmak bu tanımlar dışında, bunu da anlamam biraz geç oldu. Ataerkil düzende/bilinçte ne kadar “kadın” olabiliriz ki? Ve ne zamana kadar bunun farkında olamayız.

Bugün tüm cinsiyetçi bakış; evdeki işbölümünden toplumsal/ekeonomik işbölümüne, gündelik hayattan kamusal hayata, çamaşır yıkamaktan, aktif siyasal alanlarda olmaya “kadın” kimliğini aşağılar/geri plana atarken biz “kadınlar” ne yapıyoruz?
İşte, kimliği sahiplenmeden kendime bunu sordum; karnem beklentimin altında ne yazıkki.
Daha fazlası için en azından kendime diyorum ki; feminist olmaktan, “tüylü” olmaktan, gurur duyalım.

>coffee and cigarettes

Posted: August 13, 2009 in Uncategorized

>http://rd3.videos.sapo.pt/play?file=http://rd3.videos.sapo.pt/WkyU9ZqalWECnUAQlTfd/mov/1