Archive for April, 2009

>kan kaybı

Posted: April 29, 2009 in Uncategorized

>*kanadı

*ve kabuğu ömrümün

*aslında çok değil az zaman önce

*az dediysem biraz önce

*kanadı ömrümün kabuğu

*aktı durdu

*kimse fark etmedi

*kimse ölmedi

*ama basmayın üzerime…

*kim fark etsin ki zaten, kendimiz bile bir geceye ya da bir ana sıkıştırıyoruz o kanamayı, ama böyle olmak zorunda herhalde yaşamak dediğin

*bırakalım öyleyse, her zaman kanasın

*ama kimse ölmesin kan kaybından

>beyhude

Posted: April 24, 2009 in Uncategorized

>


şah desen kul desen beyhudedir beyhude

bu dünyanın işleri beyhudedir beyhude

zengin olsan fakir olsan aşkın yeri bellidir

sen sen ol seven ol başka alem yok

dünya yalan dünyadır üstü altı rüyadır

özü aslı hayatın aşka olan yolundur

çul desen altın desen beyhudedir beyhude

yok desen tamam desen beyhudedir beyhude

>fotoğraf

Posted: April 22, 2009 in Uncategorized

>Çizgiler gittikçe belirgenleşiyor yüzünde, gamzelerine doğru güneş lekeleri kalıcı hale gelmiş. Gözlerinin altındaki çizgiler daha bir belirgin, yaşın gözyaşlarının belirginliği bu. Geçen zamanlar bu yüzde değil, geçen zamanları yüze ait olmayan bakışta yakalıyorsunuz; ansızın, bir kahvaltı zamanı, elini çaya uzatmışken. Tutamadığı ve sarılamadığı tüm hayallerini uzattığı elde görüyorsunuz. Tombullaşmış parmaklar ve nasırlaşmış el. bardağı tutuyor sımsıkı; sıcak, sıcacık yudumu düşlüyor. İçine akacak sıcaklığı yaşıyor önce parmaklar. Sertlik gidiyor yüzünde ve hafif bir gülümseyişe bırakıyor. Gamzeleri belirgenleştiren gülüş, geçen sene çıkan ve henüz yaptıramadığı, eksik olan dişi ortaya çıkarıyor. Öyle güzel ki, öyle huzurlu….
……………………………………………………………………………………………………………………………………………………..
Hızlıca gidiyoruz, alelacele dükkana giriyoruz. Yakınlarda kaybettiğimiz kimliği yeniden çıkarttırmak gerekiyor, mesai saati bitmeden evrakları tamamlayıp kaymakamlığa gitmeliyiz. Onun saçları rüzgarda uçuşuyor, dalgın yüzü benim konuşmalarımla bölünüyor. Dükkan yakında, meraklanma hallederiz.

– saçlarım düzgün mü?

Hiç olmadığı kadar güzel, hiç olmadığı kadar huzursun demek geçiyor içimden. Genelde içimden geçenleri söylerim ama nedense tutuyorum ve sadece gayet iyi diyorum, altı üstü kimlik için. Hava biraz serin, üzerime giydiğimi ince buluyor. Akşama doğru yağmur yağacak diye ekliyor, her zamanki öngörülerinin ve özellikle hava konusundaki bilgilerinin doğrulurundan emin bir tavırla. “hasta olmayasın!”

Dükkana giriyoruz, ufak bir oda. Önce oturacak yer buluyoruz. Oturuyor, ceketini çıkarmamasını söylüyorum. Çok gergin. Kendini görmekten korkuyor. Ben ise sabırsızlanıyorum. Saçları dağılmış ama müdahale etmiyorum, her haliyle güzel. Önce bana bakıyor, gergin gergin gülümsüyor. Sonra ona, fotoğrafçıya…

– Çekiyorum!

—————————————————————————————

– Çok yaşlanmışım….

>sistem ve oyun

Posted: April 19, 2009 in Uncategorized

>Düzenli olan ne varsa kafamızda, atlatıp bir oyun oynamaya kalkarız. Öyle ki; bu benliğimizdeki gerçekliği de atlattığımız sanısına kapılmamıza neden olabilir. Aslında toplumun sistematiğidir bu düzen dediğim şey, zihnimizde yaratılmış formalara bürünmüş. Oysa tüm varlığımızla biziz yaşayan, sistemler bütününde bir parça değil. İşte bu var oluşu kavrayınca kendi oyunumuzu oynamaya kalkıyoruz. Bu kalkış genellikle yaşama ve sisteme diklenebildiğin 20’li yaşlarda vuku buluyor, içindeki enerjiyi en fazla hissettiğin ve birikeni artık kusmak istediğn zamanlar.

Bazen de bu oyunda tüm tiksintisiyle seni buluyor hayat, adeta tutuyor seni; miğdeni bulandırıyor. Oyuna yeni başlamışken yahut yeni oyunlar bulmuşken, kendini ve oyuncuları yeni keşfetmişken, hatta başka bir oyuncuya delice aşık olmuşken. Tutuyor; miğdende hep aynı ağrı, ilaç fayda etmiyor. Ağrı gitmiyor, bulantı bitmiyor.

Çünkü; kendinden tiksinmeye başlamışsındır artık, nereye gitsen bulantın seninle geliyor.

>http://video.google.com/googleplayer.swf?docid=8975547372439113649&hl=tr&fs=true

>masa

Posted: April 10, 2009 in Uncategorized

>

Ortala
Masa Da Masaymış Ha

Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kâseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu.
Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.

e.cansever

>hayal

Posted: April 10, 2009 in Uncategorized

>İnanmak güç; büyüdük. Tüm benliğimizle yetişkinler dünyasında varız. Her cümlemiz daha bir önemli, attığımız her adım daha bir riskli. Küçükken gökyüzüne bakar gibi baktığımız, özendiğimiz, hayalini kurduğumuz o “büyük” kişiyiz şimdi. Düşününce, ne kadar da hızlı gelişti her şey. Oysa tükettiğimiz tüm zamanlar yüzümüzde kalın çizgiler oluşturdu, ellerimiz daha bir sert tutuyor diğerini, bakışlarımız daha keskin bir başkasına ve ihtiyaçlarımız daha bir hayati.

Cam kenarında bir gün boyunca “elma şekeri” için ağladığım günü hatırladım da bugün, erişemediğim hayallerime oturup hiç ağlayamadığım aklıma geldi; şöyle salya sümük. Kendim olmayı istiyorum sadece, üretebileceğim bir iş ve sevdiklerim. Neden, çok mu zor?

Sıcak bir gündü, elma şekeri satan satıcı sokağımızdan bağırarak geçiyordu. Anneme söyledim, sokakta satılanlar sağlıklı değil diye almadı, sonra pastaneden alacağını söyledi. Sonra aldı da. Ama sonra, benim canım hiç elma şekeri istemedi.

Şimdi hayallerim, her geceme can katan hayallerim. Zamanla vazgeçtiğim hayallerim. Ya canım istemezse ve kabullenirsem streril, hazır hayalleri?